İtiraf ediyorum. Metin Tekin’i seçmemin özel bir nedeni var. Susarak ertelediğimiz sorunlar, hesabını sormadığımız yanlışlar, kendimizi kandırmalar, boyun eğmeler... Çok sevdiğimizi iddia ettiğimiz bir oyunu ne hale getirdiğimizle yüzleştiğimiz bu buhranlı günlerde karşımda dertleşebileceğim biri olsun istedim. “Sarı Fırtına” bu aralar, Serpil Hamdi Tüzün’ün bir anısı benim için. Bilirsiniz belki; Ümit Milli takımının kaptanı genç Metin kolundaki pırıl pırıl saati çocuksu bir heyecanla eski hocasına gösterdiğinde, Almanya karşısında alınan “şerefli beraberliği” ödüllendiren Futbol Federasyonu’nun, genç oyuncularımızın başarısının önündeki en büyük engel olduğunu fark eder. “Bu çocuklar suçlu değil, bu çocuklar kurban” satırları dökülür kaleminden. Ne kadar acı. Üzerinden yıllar geçse de değişen hiçbir şey yok. O günün çocukları, bugünün çocukları. O zaman, sözü o çocuklardan birine bırakma zamanı...
Türk futboluyla ilgili saplantılarımız var, onların gölgesine sığınıyoruz
Mesela, “Bir elin Avrupalısına bak, bir de bizim çocuklara; biz onların yanında çok zayıf kalıyoruz” saplantısı. Halbuki futbolun basketboldan en büyük farkı bu; basketbolda atletik yapısı daha güçlü oyunculardan oluşan bir takımı yenmeniz neredeyse imkansızdır, futbolda öyle değil. Futbolda belirleyici olan, takım olarak fiziksel dayanıklılığınızdır. Neden yabancı takımlarla oynarken aciz kaldığımızı söyleyeyim. Hayatta olduğu gibi, yeşil sahada da yeteneğiniz, problem çözme becerinizle ölçülür. Buna oyun zekası denir. Biz sahada kendi problemini kendisi çözebilecek oyuncular yetiştiremiyoruz.
Yetenekli çocukların önünde iki engel var: Aileleri ve antrenörleri
Hollandalı bir elit futbolcu eğitmeninin sözüdür bu ve çok doğru bir tespittir. Çocuğu sporcu olsun diye değil yıldız olsun diye gözü dönen ya da kendi gerçekleştiremedikleri hayallerini çocuklarına yükleyen ebeveynler, top peşinde sürüklenen mutsuz çocuklar yetiştiriyor. Çocuğun yeteneği yoksa, içinden taşan bir futbol tutkusu yoksa ısrar etmenin hiçbir faydası yok, zararı var. Yeteneği geliştirmeyi, kişiliği olgunlaştırmayı bilmeyen antrenörler o çocukları harcıyor. Gelişim döneminde iyi bir antrenöre denk gelmek o kadar önemli ki. Çünkü onun izlerini oyununda ve kişiliğinde ömür boyu taşıyorsun.
Futbolu içindeyken iyi biliyor, dışındayken iyi görüyorsun
Futbolcu adam kendine odaklıdır, sadece futbol oynadığı anları düşünür. Oynayan için futbol bilim değil, sanattır. Araştırmaz, izlemez, okumaz, yazmaz. Kendini sadece antrenman sahasında geliştirebileceğine inanır. Futbolu bıraktıktan sonra fark ettim ki nasıl top oynayacağımı çok iyi biliyorum ama futbolla ilgili başka hiçbir şey bilmiyorum. Futbol kültürüm, futbol tarihine hakimiyetim, uluslararası düzeyde takım ve oyuncu bilgim o kadar zayıftı ki... Meğer futbolu bilmekle futbol hakkında bilgi sahibi olmak arasında büyük fark varmış.
Saklamaya gerek yok; kariyerimle ilgili iki büyük pişmanlığım var
İlki, gol konusunda çok cimri davranmışım, yeteneğimin hakkını gol adedi olarak ödeyememişim. İkincisi, iyi bir futbolcu olmak için top peşinde koşmak yeterli, yeryüzünde top oynayan bir ben var sanmışım; ülke sınırları dışında ne oluyor, ne bitiyor, hiç takip etmemişim. O yıllarda kendimi hiç geliştirmemiş, çok şey kaçırmışım. Taze yediğim yemeği bayat sunuyormuşum gibi olsun istemem ama gençlerin benim düştüğüm hataya düşmemesini dilerim.
Küçük oğlumun sol ayağı dedesini heyecanlandırıyor
Ben de futbolcu olmayı çok istemiş ama olamamış bir babanın oğluyum ama babam beni hiçbir zaman hayallerini gerçekleştireyim diye zorlamadı. Sadece sporcu ahlakıyla yetişmem için çabaladı. Gerçi içinde bir ukde kalmış, birkaç yıl önce fark ettik. Büyük oğlum Tarık Emir’in kaleci olarak sahaya çıktığı bir amatör küme maçını izlemeye gitmiştik, tam 15 gol yedi. Yediği son golden sonra babam dayanamadı, ayağa fırladı ve “Ne bahtsız adamım ben; oğlum santrafor oldu gol atamadı, torum kaleci oldu gole doydu” diye haykırdı. Çok güldük. Neyse ki büyük oğlum futbolu bıraktı, kendi hayallerinin peşine düştü ve İngiltere’ye tiyatro eğitimi almaya gitti. Ama dedesi iki yaşındaki küçük oğlum Rüzgar’ın sol ayağından çok umutlu.
Röportajın tamamı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Aralık sayısında ve GQ Türkiye Dijital edisyonunda...