Bilen biliyordur, Beykoz’daki eski Kundura Fabrikası, maşallah, çekim çarşısı gibi bir şey olmuş. Bizim fotoğraf çekimini yaptığımız gün, bir dizi, bir de sinema filminin daha işinin yürüdüğü alanda, “Set setin külüne muhtaçtır” hesabına, komşu ekipten kahve için sıcak su aldığımız oldu. Cem Yılmaz’ın 2 Ekim’de vizyona girecek son filmi Pek Yakında’nın büyük bölümü de burada çekilmiş; herkes ortama gayet hakim.
Üzerine jilet gibi takımı çekmiş Cem geliyor karşıdan ve hakikaten iyi görünüyor. “N’aber Kemal’in babası?” diye selamlayınca, ağzı kulaklarıyla buluşuyor. Tarifi belagatı aşar bir hal gelmiş üzerine. Onun tabiriyle “ilkokulda başladık röportaj yapmaya, yakında birlikte emekli olacağız”; tüm bu zaman zarfında, onu bu kadar iyi gördüğümü hatırlamıyorum. “Vallahi çakı gibisin” diye iki satır iltifat etmeye yeltenmeyegörün; “Sorma” diyor, “tırnak çakısı...”
Tahtalara vurmalık, iyi bir demde; her zamanki gibi kendi yazdığı ve/fakat bu defa ilk kez tek başına, kendi yönettiği Pek Yakında’nın heyecanı var, babalığın her gün insanı sil baştan reset’leyen heyecanı var, gözünde her zamankinden farklı bir fer var.
Kemal dibine düşmüş belli ki; evladına dair hal hatır sorarak lafa girince, tatlı hayretlere gark olmuşluğundan dem vurarak bahsediyor oğlundan: “Bir gün iPad’le oynuyordu, çok sevdiği bir geometri programı var, üçgenleri yerleştiriyor falan. Küçük bir hırsız maymun gibi oynuyor onunla, çok küçüktü ama daha... Ben bunu uzaktan seyrediyordum, bir şey oldu ekranda; hahaha komik, dedi! Daha o ana kadar sıfatla konuşmamış hiç; hani güzel, çirkin, büyük, küçük falan, kullanmamış hiç; ilk defa ağzından bir şeyi tanımlarken bir sıfat duyuyorum. Komik dedi! Ulan dedim, bu ne biçim rastlantı, yuh dedim artık. Yemin ederim, ne ben ne annesi, bak bu komiktir, senin baban komik falan, hiç böyle şeyler sürmedik önüne.
Bu komiği öğrendikten sonra her şeye kullanır oldu. Yıkıyorum bir gün; dedim ki, şimdi sen baba ol, ben Kemal olayım, sen beni yıka. Ahahaha komik, dedi yine! O an şey oluyorsun birden; ulan her anlattığımızı anlıyor mu acaba, diyorsun. Sonra da şuna kanaat getirdim: Yüzde yüz anlıyor, sadece seçtiği şeylerden cevap veriyor. Bu komik meselesi sonradan dönüştü: Mesela bir hırçınlık yapıyor, sana vuruyor diyelim, ne yapıyorsun oğlum diye sorunca, geri vites yapmak için, e komiiik, diyor! Komiğin tolere edilebilir bir şey olduğunu çözmemiş olsa, onu niye söylesin diye düşünüyorsun. İnsanın kafasını karıştıran çok enteresan bir maceraymış.
Çok da yücelemek istemiyorum ama babalık iyiymiş; bir bireyin yetişmesine yardımcı oluyorsun diyelim... Çocuk çok bencil bir yaratık, hayatta kalma mücadelesi veriyor, o kadar belli ki. İnşallah aklı başında bir insan olur, bize düşen bölümünde yamuk yumuk bir şey yapmazsak, dur bakalım... Dürüst olmaya çalışıyorum, her şekliyle... Biliyorum ki annesi de öyle. Müsterihim o konuda. Herkese tavsiye ederim. Çok zor iş ama eğer kendini tekrardan idrak etmek istiyorsan, tekrar tanımak istiyorsan, varsa eğer öyle bir düşüncen, çok geç kalmamakta fayda var. Hastanede hemşire hanım şey demişti; 20’li yaşlarda çocuk sahibi olanlarda çok fazla idrak olmadan üç ayı, beş ayı şöyle bir geçiriyorlar, siz tabii 40’lı yaşlar olduğu için daha başka şeyler yaşayacaksınız.
O dediğinin ne olduğunu anladım tabii sonra. Birazcık daha hassas, daha duygusal oluyorsun doğrusu; ben fazla duygusal oldum bu hadisede. Şu standart anlamda, ama bak evliliği de başaramadınız, falan gibi soruların muhatabı olmak da hiç istemiyorum. Benim için öyle şeyler bir anlam ifade etmiyor, daha önemli şeyler var hayatta. Toplumda aile, insan ilişkileri, çoluk çocuk, anne-baba, karı-koca, kadın-erkek; bu konulardaki ikiyüzlülük artık bayrak açtığı için, hiç dertlenmiyorum. Ayaklarımın çok sağlam bastığını düşünüyorum bu konuda. Çocuk yetiştirmek meselesi gerçek bir hizmet, herkesin harcı değil; hiçbir şeyi yeterince beceremediğin duygusuyla geliyor zaten paket.”
“Kendi filmlerim” dediği işlerin, Her Şey Çok Güzel Olacak, G.O.R.A., Hokkabaz, A.R.O.G. ve Yahşi Batı’nın ardından, karar mekanizmasında, yönetimde son sözü tek başına söylediği ilk yapım olan Pek Yakında’da, anlatmayı sevdiği türden; “hani aslında pek de sinemasını yapmaya değer bulmayacağın”, tabiri caizse “herhangi adam”ların macerasının peşine düşüyor yine: “En son Yahşi Batı’yı yaparken, o kadar çok kostüm giydik çıkardık ki ben gerçek hayatta devam eden bir hikaye yapmak istedim, onda kesin kararlıydım. Bir-iki karakter kenara attım; biri korsan DVD’ci çocuktu, biri de arabalı vapurlarda ayran-kola-meyve suyu-tost falan satan bir garson adamdı; sonra baktım ki bunların hayatları, bayağı Zeki Demirkubuz filmi karakteri gibi hayatlar yani.
Bir komedi potansiyeli olabilir ama kendi geçmişime de dönünce, Her Şey Çok Güzel Olacak’taki, Hokkabaz’daki karakterler de böyle karakterlerdi. Art house sinema dışında, böyle iki tane adam vardır diye başlayan durumlar yok ya hani... Fazla yok, diyelim hadi. İyi biri olduğunu ispatlamaya çalışan, valla bak güzel bir şey ortaya çıkarabilirim diye düşünen adamların macerası. Bunların etrafına koyduğum karakterler de öyleler keza. Ben bu karakterlerin yüzde yüz haklı olduğuna inanmıyorum çünkü, öyle bir eğilimim var. Mesela benim karakterlerimin çoğu yalancı. Hoşuma gitti o benim; potansiyeli sevilebilir ama şu yalanı kesseler iyi olacak diye baktığın tipler. Herhalde ona takmışım. Yalan söylüyorlar; kendilerine bile...”
Röportajın tamamı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Ekim sayısında ve GQ Türkiye iPhone/iPad/Android edisyonunda...