Hücum edilemez bir vücut içinde, ölmez bir ruhu var.
(Cingöz Recai, 1969)
Yeşilçam’ın hayranlık uyandıran jönü Ayhan Işık’ın fotoğraflarına bakarken aklımdan geçenler bunlar. Karşı cinsi öldürmek için yeterli de, sinemanın Taçsız Kral’ı olmasına yetmez. Otoritelere göre 100 yaşındaki sinemamızın ilk gerçek yıldızı. Yönetmenlerin müdahale etmeye çekindiği, yapımcıların en yüksek ücretleri ödedikleri oyuncu. Belli ki görünenden fazlası, okumaya değecek bir hikayesi var.
Ayhan Işık, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümü mezunuymuş. Kunduracı çıraklığından cam fabrikası işçiliğine, mesleği dışında işlerde çalışarak biriktirdiği parayı resim tutkusuna harcamış. Gece gündüz okumuş, çizmiş. Emeğinin karşılığını da almış. İstanbul Darphanesi’ne ressam olarak kabul edilmiş. 50’lerde çizgi romanları, 60’ların başında dergilerin kapak tasarımları ve ilan ilüstrasyonları, gerçek adı Ayhan Işıyan imzasıyla yayımlanmış.
Bir yılbaşı gecesi, varlıklı bir ailenin oğlu olan arkadaşının partisine davet edilmiş. Üstünde başka bir arkadaşından ödünç aldığı eğreti kıyafetle, davetli olduğu köşke geldiğinde duraksamış. Camlı kapıda kendini gördüğünde kılık kıyafetinden, olmayan paltosundan utanmış ve yağan kara aldırmayarak kapıdan geri dönmüş. Gecenin karanlığında titreyerek saatlerce yürüyen ve hırsından gözyaşlarına hakim olamayan genç adam, o gece meslek değiştirmeye karar vermiş.
Ertesi sabah, dönemin popüler film dergisi Yıldız’ın düzenlediği “Geleceğin Oyuncuları” yarışmasının ilanının tasarımı yaparken, şansını beyazperdede denemek düşmüş aklına. İki gün sonra, daha seçmelerin yapıldığı salona girer girmez, jüri üyeleri aradıkları yıldızı bulduklarını fark etmişler. Sadece “Sigara içiyor musun?” diye sormuş ve hayali bir arabadan inip ağzındaki sigarasını yere atarak ve söndürmesini istemişler. O günden beri sigarayı Clint Eastwood gibi yakıp, Ayhan Işık gibi söndürmek makbuldür.
Yarışmayı kazanan Ayhan Işık, ünlü yapımcı Osman Seden’in uzun vadeli sözleşme imzaladığı ilk oyuncu olmuş. Tecrübesiz ve tanınmayan bir oyuncu adayının etrafını çok iyi isimlerle sarmalayarak sağlam bir senaryoda jön olarak lanse etmekse Türk sinemasının en değerli yönetmenlerinden Lütfi Akad’ın başarısı olmuş. Gerçi usta yönetmen yıllar sonra Ayhan Işık’la çalıştığı ilk film Kanun Namına’nın çekimleri sırasında, oyuncusunun ilk günlerindeki beceriksizliği nedeniyle vazgeçme noktasına kadar geldiğini itiraf etmiş. Ancak Ayhan Işık’a kendisiyle çalışmak istemediğini söyleyeceği gün, genç adamın kamera karşısında mucizevi bir şekilde kendini keşfetmesine ve nasıl rol yapması gerektiğini öğrendiğine tanıklık etmiş.
Narsisist, kuralcı, akıllı, yakışıklı
Ayhan Işık narsisist bir adammış. Ama bu kendisine zarar vermez, aksine mesleğine katkı sağlarmış. Fiziğine ve sağlığına çok dikkat edermiş. Kariyerini kendisini çok iyi tanımasına, güçlü ve zayıf yönlerini bilmesine borçluymuş. Ressam olduğu için ışığın hangi açıdan gelmesi gerektiğini, nereye bakıp nasıl poz vereceğini çok iyi bilirmiş. Nasıl gülmesi, nasıl yürümesi, içki kadehini bile nasıl tutması gerektiğini özel olarak çalışırmış. Kendini izler, hangi tavırların ona yakışıp, hangilerinin yakışmadığını tespit edermiş. Amerikalı yıldızları örnek alırmış. Kaprissiz ama kuralcıymış. Türk sinemasında Türkan Şoray kurallarından önce Ayhan Işık kuralları varmış ve bunlar Sultan’ınkilerden çok daha katıymış. Çok dakik, çok disiplinliymiş. Sabahları sete herkesten önce gelir, herkese geç kalma gibi bir lüksleri olmadığını hissettirirmiş. Hafta içi akşam 20.00’den sonra ve hafta sonları asla çalışmazmış.
Bu ve benzeri kuralları, ondan çok daha yetenekli oyuncular şöhretin ışıltılı dünyasına kapılıp giderken, Ayhan Işık’ın zirveye tırmanmasını sağlamış. Hollywood kapılarından geri dönmüş. Bu cesur adımı, kimileri oyunculuğunun yetersizliğine bağlamış, kimileri değil figüranlık yapmayı, ikinci adam bile olmayı kabullenemeyecek kadar kendini beğeniyor olmasına... Ama o, esas engelin yabancı dil bilmemesi olduğunu iddia edermiş.
Narsisist yapısına rağmen oyunculuğu konusunda da kendine dürüst olmayı başarırmış. Çok yetenekli olmadığının farkındaymış. Gerçekten de ne bir Muzaffer Tema, ne Fikret Hakan ne de Yılmaz Güney’di o. Ama yakışıklılığıyla kazandığı popülaritesini yapımcılara, yönetmen ve senaristlere karşı akıllıca kullanmış. Sadece onu perdeye en iyi yansıtacak kadar iyi yönetmenlerle çalışmayı kabul etmiş. Çok kıymetli edebiyatçıların eserlerinin sinemaya uyarlandığı senaryoları özenle seçmiş.
Filmlerindeki kadın oyunculara kendisi karar verirmiş. Ayhan Işık’ın beyazperdedeki parıltısı, roller ne olursa olsun, yanındaki tüm kadın oyuncuların bir adım geride kalmasına neden olurdu. Türk sinemasında bunun aynısını birlikte oynadığı jönlere yapabilen tek kadın Türkan Şoray’dı. Birlikte rol almaları bu nedenle tercih edilmezmiş. Acı Hayat filmi hariç. O film, iki oyuncunun en iyi birlikteliği kabul edilir. Nedeni, Türkan Şoray’ın o dönemde çok tecrübesiz olması ve kariyeri boyunca ilk defa Sultan’ı değil manikürcü Nermin’i oynamış olmasıydı. Ama Ayhan Işık’ın yanına tartışmasız en çok yakışan kadın, kardeşi gibi sevdiği Belgin Doruk’tu. Üstelik iddia edilenin aksine, aralarında hiçbir zaman gönül ilişkisi olmamış. Ayhan Işık’ın dönemin jönlerinden en büyük farkı buymuş. Maceradan uzak durur, durmasa da bunu saklamasını iyi becerirmiş.
Kendini bu kadar iyi tanıyan bir adam neden sahneye çıkıp şarkı söylemeyi kabul etti diye içinden geçirenlere de hikayenin iç yüzünü aktaralım. Dönemin ünlü gazinocusu Osman Kavran, bir türlü ikna edemediği Ayhan Işık’ın yakın arkadaşı Öztürk Serengil’in eline bir kese kağıdı para tutuşturmuş ve onu Işık’ı ikna etmeye göndermiş. Öztürk Serengil’in “Ne olur bu parayı al yoksa ben bunu kumarda harcarım” diye zorla eline tutuşturduğu para karşısında mahcup olan Ayhan Işık sahneyi çıkmayı kabul etmiş. Ancak teklif edilen onca paraya rağmen sesinden de, sahnedeki performansından da memnun kalmayan ünlü oyuncu, kısa sürede bu sevdadan vazgeçmiş.
Yazının tamamı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Mayıs sayısında ve GQ Türkiye iPhone/iPad edisyonunda...