Uyandığımda 20’li yaşlarıma veda etmiştim. Tam 30 sene önce bugün doğmuştum. Doğalı 30 sene, uyuyalı ise sadece 15 dakika olmuştu. O replik, o iki kelime kulağımda çınladı: “UYURSAN ÖLÜRSÜN!” Güne bu sesin sahibiyle röportaj yaparak devam edecektim. Buhranlı bir gecenin ardından sadece 15 dakika uyuyabildiğim için mood’um çok düşüktü ama hiç tedirgin değildim. Sanki meslek icra etmeye değil de 30 yaş bunalımımın ilk gününde, hayatı 30’lu yaşlarda güzelleşmiş bir insandan akıl almaya, umut dolmaya gidecek gibi hissediyordum. Yine soru hazırlamadım tabii ki. Ama dersimi o kadar iyi çalışmıştım ki bu adam hakkında nerdeyse birçok arkadaşından daha çok şey biliyordum. Soru hazırlamaya lüzum yoktu, çünkü cebimde güzel muhabbete yetecek kadar bolca malzemem vardı.
Riva’nın kıvrım kıvrım yollarını aştıktan sonra çekimin yapılacağı yere ulaştım. Oturup beklemeye koyuldum. Birazdan gelen arabadan, o benzetmenin hakkını verecek nitelikte, kapı gibi bir adam indi. Ahşap merdivenleri hızlı hızlı çıkarken “Hoş geldin Mete abi” dedim. O bana “Hoş bulduk kardeşim” derken ben o esnada elimde kaç kemiğin kırıldığını, alçının ne zaman çıkarılacağını, kaç aylık işgörmez raporu alacağımı filan düşünüyordum. Size benden küçük bir tavsiye: Sakın ola Mete Horozoğlu’ndan dayak yemeyin. Olur, yarın bir gün trafikte filan denk gelirsiniz, tartışırsınız, işte böyle bir durumda hemen alttan alıp “Tamam abi”, “Haklısınız abi” deyin, geçin. Sevgi dolu el sıkışı böyleyse, dayağı epey leziz olmalı çünkü.
Röportajı yapmadan önce muhakkak çevremdeki insanlara kiminle konuşacağımı söyler, tepkilerini gözlemlerim. Bundan daha iyi bir kamuoyu araştırması olamaz çünkü. Anneme, Mete Horozoğlu’yla röportaj yapacağımı söylediğimde “O kim?” dedi. “Annecim, Öyle Bir Geçer Zaman ki’deki Soner” dedim, “Aaaa, Soner desene be oğlum!” diye coşkulu bir tepki geldi. En yakın arkadaşıma söyledim, “O kimdi?” dedi. “Uyursan ölürsün Kıvanç, uyursan ölürsün!” dedim, “Haa, Nefes’teki yüzbaşı” dedi. Çevremde Mete Horozoğlu’nu kendi adıyla hatırlayan çok az insan oldu. Ama Soner, Mete Yüzbaşı, Vay Arkadaş’ın Dildo’su, Gültepe’nin Eşref’i olarak söylediğimdeyse tanımayan bir kişi bile yoktu.
Anladım ki bu adamın can verdiği karakterler kendi kimliğinin önünde. Bir oyuncunun, bana kalırsa en büyük başarılarından biri budur. “Kontrollü şizofreni” diyor Mete Horozoğlu bu duruma. Aldığı oyunculuk eğitimi, ahlakı ve temrinleri de bunu gerektiriyormuş. “Magazini sevmiyorsunuz, hep arka planda kalmayı seviyorsunuz, haksız mıyım?” dediğimdeyse gözlemimi doğrularcasına bir yanıt geliyor: “Ben magazini sevmiyor değilim, magazin bu işin bir parçası. Ben sululuğu sevmiyorum. Magazinde de, hayatta da, sinemada da sululuktan hoşlanmıyorum. Evet, arkada durmayı seviyorum ama oynadığım karakterlerin arkasında durmayı seviyorum.”
Onun bedenine giren karakterlerin ruhlarıyla hatırlanmaktan haz duyuyor Horozoğlu. “Ne demek Mete Horozoğlu kim?” diye bağırmıyor egosu. “Demek ki işimi doğru yapıyorum” diyor. Bende öyle bir yakışıklılık olsa sosyal hesaplarım selfie’lerimle dolu olurdu. Adamın Twitter profil fotoğrafında bile horoz resmi olduğunu hatırlattığımda “Kullanamıyorum ki ben Twitter” diyor. Horoz, bir hocasının taktığı lakabıymış aynı zamanda. O yüzden profilinde de bu resim var. “Bizim nesilden sonrası dijitale geçti ama ben analog dönemde kaldım” diyor. Seviyormuş lakin beceremiyormuş, takip etmekle yetiniyormuş ve üstelik iyi de bir takipçiymiş.
Asıl evlendikten sonra parladım
Bir kere şunu itiraf etmem gerek. Çok daha yaşlı görünen bir adam görmeyi bekliyordum karşımda. Oysa o, pala bıyıklarına rağmen inanılmaz gençti. Bir saniye bile tereddüt etmeden “Estetik operasyon durumları mı var?” diye sordum. Meğer Mete Horozoğlu ziyadesiyle gençmiş, oynadığı karakterler hep yaşlı olmuş kendisinden. Adam çok yakışıklı. Hiç kıvırmadan söyleyebilirim bunu. Eminim birçok kadın henüz ne mavisi olduğunu anlayamadığım o gözlerin etkisinde kalıyordur. Ama evli, mutlu, çocuklu durumundan ötürü hipnotize olmakla kalacaklar ne yazık ki.
Mete Horozoğlu gerçek bir ruh otokontrolcüsü. Kavgası her daim kendi nefsiyle. Öyle olmasaydı, tam da herkesin oyunculuğunu, yakışıklılığını keşfettiği bir zamanda evlenip köşesine çekilmezdi. Çünkü genelde bizim buralarda bu işler hep tam tersi işler. Evliler şöhreti bulunca boşanır. Horozoğlu ise evinin jönü olmayı seçmiş. Bunu söylediğimde tüm mütevazılığı ve centilmenliğiyle “Ben evlendikten sonra parladım asıl” diyerek başarısından eşine de paye vermeyi ihmal etmiyor. Bu arada, oğlu Ali, 29 aylık olmuş. Hayran hayran anlatıyor bir insanın varoluş hikayesini oğlu üzerinden. “Bambaşka bir şey bu duygu” derken mavi gözleri öyle bir parlıyor ki inanamazsınız. Baba olmadığım için içimin burulduğu nadir anlardan biri oldu benim için.
Hiçbir zaman planlı programlı bir hayat yaşamamış. Pizzacıda da çalışmış, radyo DJ’liği de yapmış, animatörlük de... “Tek tek saysam 100 kalem iş değiştirmişimdir” diyor. Hasbelkader oyuncu olmuş kendi tabiriyle. Kaderci bir adam evet, amma velakin bu size, gelişine bir hayat yaşamak gibi görünmesin. Batı felsefesinin pasifizm olarak değerlendirdiği kaderciliğe onun bakış açısı epey farklı. “Hayatta sizin elinizde olmayan bir sürü şey oluyor. Bununla savaşmaktansa, hayatın bana sunduğu durum ve bu kadercilik dairesi içinde, ben çok çalışıyorum” diye açıklık getiriyor.
“Huzur mu, haz mı?” soruma aldığım cevap Horozoğlu’nun hayatını özetler gibi benim nazarımda: “Haz huzur getirir. Huzur getirmeyen haz, kaçınılması gereken bir hazdır. Bu durumda huzur öncelikli demek ki...”
Sevincini de, öfkesini de çok coşkulu yaşadığı aşikar saçtığı enerjiden. Aynen de öyleymiş. Saman alevi gibi anlık öfkelenir, sonra bu hali yüzünden kırdığı biri olursa büyük pişmanlık yaşarmış. “Benim kafam rahat olmalı” diyor. Eğer birine yaptığı bir şey aklına takılırsa o gece ona uyku harammış. Uyku demişken, o zihinlere kazınan iki kelimenin alameti farikasını sormamak olmazdı. Sonuçta birçok insan onu Nefes filmindeki “Uyursan ölürsün” performansıyla zihnine kaydetti. Bu iki kelime neden böyle yer etti akıllarda? “Çok doğru zamanda, çok doğru yerde söylenmiş sözcükler vardır” diyor Mete Horozoğlu, “Kimseye ait değildir onlar; söyleyen adama da, yazan adama da. Duruma ve zamana aittir. Bu sebeple geniş kitlelerce sahiplenilir. Bu bazen bir roman olur, bazen bir film, bazen birkaç kelime... Öyle sözcüklerdi onlar da işte.”
Röportajın tamamı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Ekim sayısında ve GQ Türkiye iPhone/iPad/Android edisyonunda...