Rock müziğin duygusal çocuğu
Röportaj

Rock müziğin duygusal çocuğu

Gripin’in, aslında gruptan ayrı olarak bir yerlerde görünmekten hoşlanmayan solisti Birol Namoğlu, bu ay Dilara Gönder'in röportaj konuğu...

Kendimi bildim bileli müziğe hep ilgi duymuşumdur. Hatta meslek hayatıma da bir müzik programıyla başlamış ve genelde tarzı ilgimi çeken kişileri ağırlamaya özen göstermiştim. O dönemlerde, Elalem adlı şarkısıyla ilgimi çekmişti Gripin. Ve program vesilesiyle tanışmıştım Birol’la. 2006 yılıydı. Tam sekiz yıl geçmiş. Birol, iş hayatımın bana kazandırdığı en önemli dostlardan biri hâlâ. Derdimi de sevincimi de paylaştığım adamlardan. Benim için çok özeldir, şarkılarındaki gibi duygusaldır, naiftir. Şimdi yıllar sonra, o ilk karşılaşmamızın ardından biriktirdiklerini konuşmak için bir aradayız. Eksilen ne ya da yıllar neler kattı hayatına; öğrenmek niyetindeyim.

O günden bugüne kendinde gördüğün olumlu ya da olumsuz en önemli fark nedir?

Biz Bronx’ta çalarken kendimizi bir şey zannediyorduk. Albüm çıktıktan sonraysa dünyanın kaç bucak olduğunu gördük. Müzikal olarak kıyasladığımızda da, ortada çok büyük bir fark var. Şu anki mutluluğum, âşık olduğum işten para kazanıyor olmam. Bu ülkede bu, büyük bir lüks. Olumsuz farktan bahsedecek olursam, zamansızlık diyebilirim. Bu sekiz senede bir sürü hayalimi gerçekleştirdim ancak en büyük kayıp, zaman. Neticede satın alınamayacak tek şey. Neyse ki biz zamanı iyi değerlendirdik.

Müzikal anlamda yaşadığınız farklılıklar seni tatmin eden yönde mi ilerledi?

Eğer bu işi hayatımızın sonuna kadar yapmak istiyorsak, ki çok istiyoruz, her şeyin bu şekilde ilerlemesi gerekiyordu. Yine de Bronx’tan aldığımız keyif çok başkaydı. Bir kere sorumluluk sahibi olmadığımız ve sadece cumartesi geceleri çalmak için yaşadığımız bir dönemdi. Hiçbir şey umurumuzda değildi. Meselemiz insanları eğlendirmek, deli gibi çalmak ve yalnızca sarhoş olmaktı. Artık hiçbir zaman o kadar eğlenemeyeceğiz. Şimdi hepimizin sorumlulukları var, o denli vurdumduymaz olamayız. Yine de o dönemi anmak ve bir geceliğine de olsa o keyfi tatmak için her sene bir Bronx gecesi yapıyoruz.

Senin bir özelliğin de gruptan ayrı olarak bir yerlere çok fazla katılmaman. Tek anılmayı istemeyen bir yapın var diyebilir miyiz?

Gruptan ayrı olarak bir yerlerde görünmeyi sevmiyorum, evet. Ancak senin yerin ayrı. Bunu kendimce şuna bağlıyorum: Ben yıllar önce kardeşimi kaybettim. Ne yazık ki yalnızca 24 saat yaşadı. Anlayacağınız tek çocuktum ve sanırım gruptakileri kardeş yerine koydum. Ben bir grup olmaktan, her şeyin eşit olmasından çok memnunum. “Kimse öne çıkmaz, hepimiz önde oluruz” kuralıyla başladık, öyle de devam ediyoruz. Aynı derecede emek sarf edip aynı parayı kazanıyoruz. Amacımız, hayatımızın sonuna kadar beraber müzik yapmak.

Sen çok duygusal bir adamsın. Şarkı sözlerin de, sesin de bunu bize fazlasıyla anlatıyor. Hatta hiç unutmam; Formula 1 dönemi, Çin yarışında yorgunluktan bittiğim bir anda kameraman arkadaşımın telefonunda sizin Durma Yağmur Durma şarkınızı bulup dinlemiştim. O kadar duygulanmıştım ki... Bence senin insanın içine işleyen yanık bir sesin var.

O ses nasıl yandı, onu bir sormak lazım.

Nasıl yaktın peki?

Devreleri yakarken sesi de yakıyorsun herhalde. Belki bu nedenle, bizim müziğimizi arabesk olarak tanımlayan da çok oluyor. Gerçi biz nasıl adlandırıldığını çok fazla önemsemiyoruz. Duygusallığa gelirsek, şarkı sözlerini çok fazla önemseyen bir yapımız var. Haluk (Kurosman) da, Evren (Gülçığ) de, hatta bazen Murat (Başdoğan) da şarkı sözü yazar. Çoğunluk bende ve Haluk’ta olsa da, bu işi de hep beraber yapıyoruz. Herkes morali bozulduğunda bir şey yapar, biz şarkı yazıyoruz. Haliyle duygu da oraya akıyor. Bunun bir formülü yok. Her albümün sonunda “Vay be, güzel yazmışız” diyorum ama yeni albüm hazırlıklarında yine bir panik başlıyor, sakallar dökülüyor. Yine de, iş bittiğinde hepimizin içine siniyor.

Duygusal sözlerin yanında sert sözlere sahip şarkılarınız da var. Hatta ilk şarkınız Elalem öyleydi. Manga’yla yaptığınız düetteki söz de ne güzeldir: “Boyalı ayakkabılarınla basma toprağıma lan!” Devamı gelecek mi bu sert şarkıların?

Tabii, devam ediyoruz. Böyle sözler yaşanmışlığın bir ürünü. Biz biraz daha abartarak, süsleyerek yazıyoruz. Mesela son albümümüzden Vazgeçtim Ben Bugün de öyle bir şarkı. Hatta galiba bu sefer sözler bir hayli sert oldu. Bakalım, tepkileri göreceğiz.

Aslında sen çok enteresan bir adamsın. Seni tanıdığımda dört iş birden yapıyordun. Mühendistin değil mi? Döküm demir işinde çalışırken aynı zamanda Gripin’in ikinci albümünü tamamlamıştın. Diğer yandan da grup üyeleriyle beraber bir kafe açmıştınız ve Galatasaray Üniversitesi’nde İşletme üzerine yüksek lisans yapıyordun.

Evet. Isıtma sistemleriyle ilgili aile şirketinde ihracat tarafındaydım. Kafenin de ömrü çok uzun olmadı, üç ay sürdü o macera. Ama o kafenin şöyle bir güzelliği vardır. Murat, eşi Rüya’yla orada tanıştı. Bu da yanımıza kâr kaldı.

Benim bitirme projemin bir kısmı da orada yapılmıştı. Rock belgeseli yapmıştım. Manga’dan Ferman Akgül, Emre Aydın ve Hayko Cepkin’le orada toplaşmıştık.

Evet, hatırlıyorum. Bak, üç ay devam etmesine rağmen, kafe epey işe yaramış. Yine de her şeyden vazgeçip yalnızca müziğe odaklanmamız iyi oldu. İlker (Baliç) ve Murat’la bir gün, 65’imize geldiğimizde, neden yalnızca müzik yapmadık diye düşünmekten korktuk ve bu kararı aldık. İyi ki de almışız...

Yine de ilerisi için başka bir iş planın var mı?

Kafamda yine bir kafe projesi var. Çocukluk arkadaşım Cengiz’le Mutfak Sanatları Akademisi’nde Yiyecek-İçecek İşletmeciliği programını bitirdik. Şimdi iyi öğrenmiş miyiz, onu deneyeceğiz. Yakında Arnavutköy’de küçük bir pub açacağız. Mimar arkadaşlarımız şu anda mekanın tasarımlarını çizmekle meşgul.

Röportajın tamamı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Şubat sayısında ve GQ Türkiye iPhone/iPad edisyonunda...

İZLE
Serenay Sarıkaya GQ Global Creativity Awards Gala Gecesine Hazırlanıyor
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası