Kerem Bürsin, çekimin yapılacağı stüdyoda aynanın karşısına oturmuş kendini inceliyor. Yüzüne yayılmış hafif tebessümden, az önce yapılmış olan saç ve makyajını beğendiğini anlıyorum. Onu Güneşi Beklerken dizisinde izlemiş olanlar bilir, özellikle ilk dönemde biraz aksi ve ukala bir karakter canlandırıyordu. Önyargılarıma kanıp ünlü oyuncunun kaprisli bir adam olabileceğini düşündüğümden, karşımda gülümseyen bir Kerem Bürsin görmek beni de rahatlatıyor. Birazdan, sohbet etmeye başlayınca, rollerle gerçek karakterleri birbirine karıştırmamak gerektiğini daha net anlayacağım. Muhtemelen siz de öyle...
Kerem Bürsin, 1987 yılında İstanbul’da doğmuş ancak İstanbul dahil hiçbir şehirde ve hatta ülkede, üç yıldan uzun süre kalamamış. 10 aylıkken İskoçya’ya taşınmalarıyla birlikte başlayan bu ülkeler arası transfer serüveninin nedeni, uluslararası bir petrol şirketinde çalışan, ODTÜ’lü bir mühendis olan babası. Dolayısıyla birkaç yılda bir, meslek icabı farklı ülkelere taşınmaları kaçınılmaz olmuş. Dubai, Endonezya, Malezya ve daha pek çok yer derken, Bürsin ailesi, son durak olarak, 2000 yılında Teksas’ı seçmiş.
“Teksas’a yerleşmemiz benim için bir dönüm noktası oldu. Çünkü ciddi şekilde oyunculuğa yönelme isteğim burada başladı” diye anlatıyor. Bir yandan profesyonel olarak yüzerken, diğer yandan oyunculuğu yürütmek sonradan zor gelmiş. Bir seçim yapması gerekmiş ve yüzmeyi bırakarak tiyatroya başlamış. Çok doğru bir karar verdiği ortada. Bunu destekleyen tek mecra da biz değiliz; Amerika sınırlarında da bir ödülü var kendisinin: “Amerika’da tiyatro üzerine liselerarası bir yarışma düzenleniyor. 2 saatlik bir oyunu önce 40 dakikaya indiriyorsun, ardından kendi eyaletindeki okullarla yarışıyorsun. Sonra bazı bölgelerdeki ve nihayet ABD’nin tamamındaki okullarla... O yarışmada Kristof Kolomb rolüyle en iyi oyuncu ödülünü kazandım ben. Ve o gün anladım ki tiyatroyu seçmekle en doğru kararı vermişim.”
Kendisi doğru yolda olduğuna inansa da, mühendis babası önce mırın kırın etmiş biricik oğlunun tiyatroyu meslek olarak seçmesine: “Babam hep garanticidir, annemse daha esnektir kararlarımız konusunda. Nitekim benim bir yandan oyunculuk eğitimi almak için yanıp tutuşurken, bir yandan da pazarlamaya ilgi duyduğumu bilen annem meğer boş durmamış, benim için okul araştırmış. Araştırmaları onu Boston Emerson College’a yönlendirmiş. Burada çift anadal yapıp oyunculuğun yanı sıra pazarlama eğitimi de alabiliyorsun. Öyle bir okul ki film endüstrisiyle pazarlamayı sana iç içe sunuyor. Mesela benim bitirme projem 30 dakikalık bir filmdi, önce onu çektim; ardından diğer daldaki bitirme projem için o filmi pazarlamaya çalıştım. Okulun güzelliği orada yani. Çok fazla şey kattı bana.”
Attan inip eşeğe binmek bünyeme ters gelmez
Okurken boş durmamış da. Boston’da birkaç filmde figüranlık yapmış, kısa metrajlı yapımlarda rol almış. Okul bitince Los Angeles’a taşınma ve ver elini garsonluk, ara sıra şoförlük, hatta tuvalet temizleyiciliği. Ailesinin bu noktada kendisine destek olup olmadığını soruyorum. Cevabı alıştıklarımızdan farklı oluyor: “Aileme söylemedim ki. Bu işleri yaptığımı bilmediler, bana her ay düzenli para gönderdiler. Ama ben o parayı kullanmak yerine biriktirdim. Çünkü oyuncu olmak benim kararımdı ve sonuçlarına da yine ben katlanacaktım.”
O dönemi “Süründüğüm günler” diye anlatıyor Kerem Bürsin: “Zorluğu şundan kaynaklanıyordu: Yaşım 23-24’tü ve benim yaşımdaki herkes bir şekilde yolunu çizmişti. Oysa benim hâlâ belirsizliklerim vardı. Ne olacaktım? Tamam oyuncu olmak istiyordum ama daha ne kadar böyle gidecekti? Sürekli düşünüyordum. Ben şansın tek başına bir anlamı olduğuna inanmıyorum. Şans kapını çaldığında eğer sen de onu kullanmak için hazırsan bir anlamı var. Los Angeles’ta herkes oyuncu olmak için uğraşıyor. İnanılmaz bir rekabet var. Sokağa çık, kolunu salla, değdiğin üç kişiden biri oyuncu. Dolayısıyla orada şans faktörü ve elbette hazır olmak çok önemli.”
Türkiye’ye gelme nedeni aslında biraz da bu ama esas çıkış noktası kesinlikle bu değil: “Açık konuşayım, telaşlandım. Çünkü beklemeye tahammülüm yoktu. Kafamda hep şu soru vardı: Ben nasıl aile kuracağım, böyle figüranlıkla falan olmaz! Bir düğün için geldiğim İstanbul’da şans eseri Gaye Sökmen’le tanışınca burada şansımın daha yaver gideceğini düşündüm. Ama dönmemin tek ve esas nedeni bu değil. Amerika’dayken insanlar Türk olduğumu duyunca şaşırıyorlardı. Türk’üm ama Türkiye’de toplasan bir yıl bile kalmamışım. Bu kültürle büyümemişim, buranın havasını solumamışım. Biraz da bunun için geldim. Görmek, tanımak, yaşamak için.”
Gaye Sökmen’le tanışması bir şans, evet. Ancak bugün geldiği noktayı yalnızca şansla eşdeğer tutmak haksızlık olur. Onda gerçekten de star ışığı var. Zengin, şımarık, acımasız bir karakterle hayatımıza girip kendini bu kadar çok sevdirmek kolay değil. Bunu hatırlattığımda insanların ilgisine hâlâ alışamadığını söylüyor: “Hâlâ tedirginliklerim var; bu piyasada, hele de şu günlerde ‘Ben oldum’ diyenlere gülüyorum. Her alanda sürekli yenilikler çıkıyor, bir şeylerin modası geçiyor. Her şeyi o kadar hızlı tüketiyoruz ki, insanların beni de bu kadar hızla tüketmeyecekleri ne malum? Belki de yarın kimse benimle çalışmak istemeyecek. İşte geçmişte sürünmek bunun için önemli. Attan inip eşeğe binmek benim bünyeme ters gelmez, kaldırırım. Sorun değil yani.”
Röportajın tamamı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Kasım: Men of the Year 2014 özel sayısında ve GQ Türkiye Dijital iPhone/iPad/Android edisyonunda...